Edvar-ı kadimede ‘ümmi’ asla cahil demek değildi. Bir adam okumak, yazmak bilmemekle beraber pek mütehayyiz, pek tecrübedîde, — hatta, kelimeyi israf etmiyoruz — pek âlim ve belki de allame olabilirdi. Şuabat-ı marifet eski zamanlarda — fennen — idare edilmiyordu. İrfan, fennî tahlilata henüz mazhar olamamıştı. Binaenaleyh edebiyat ve fenniyat gelişigüzel gidiyordu. Bununla beraber gerek edebiyatta, gerek fenniyatta, âsâr-i salifede, pek değerli zevat zuhur ediyordu. Şu kadar var ki onaltıncı karn-ı İsevinin evailine doğru her şube-i marifet, hatta edebiyat tahlil edildi; muhtevi oldukları mevaddın her biri desatire irca olunmak istenir. Buna binaendir ki, bugün, romantik fünun olamaz. Büfon1 zamanında ilmihayvanat romantik veya edebî idi. Şimdi ise bu üslup ile hayvanata dair eser yazmak mümkün değildir. Kezalik edebiyat da, sırasıyla ‘klasisizm’den ‘romantizm’e ondan da ‘natüralizm’e münkalip olmuştur. Hulasa, edebiyat desatir ve kavanini de ilim olmak üzere tedvin edilmiştir. Kurûn-ı salifede fünun-ı harbiyeye vüfuku olmayan müsteit ve kabiliyetli bir zat pek büyük bir kumandan olabilirdi. Tarih bunların emsali ile doludur. Hatta diyebiliriz ki pek yakın bir zamana kadar hemen bütün cihangirler ve serdarlar hep kendi kendilerine yetişme idiler. Filvaki İskender-i Kebir, Aristetalis gibi bir feylesuf-ı vahîdin şagirdi idi; lakin, bu büyük asker, fenn-i askerîyi hiçbir üstattan taallüm ve tederrüs etmemiş idi.
Fakat bugün mektep görmemiş bir Hindenburg2 veya bir Jofer3 tasavvur olunamaz. Buna kıyasen, artık, mahza kendi kesp ve sayi ile bir Dante’nin, hatta bir Jan Jak Ruso’nun yetişmesi mümkün değildir. Hukemanın en başı bozuğu olan Niçe4 bile ulûm-i ilahiyede mütebahhir, Yunaniyatta üstatlık menziletini haiz idi. Hulasa, asrımızda alaylı âlim ve şair olamaz.
İddiamızı tekrar edelim: bulunduğumuz şu 1917 senesi içinde ulûm-ı edebiyeye, edebiyat-ı umumiyeye vakıf olmayan bir edibin, hatta — sadece — bir şairin; ‘konservatuvar’dan geçmeyen bir hanendenin; ‘atelye’lerde, üstat huzurunda taallüm etmemiş, mümarese görmemiş bir artistin muvaffak olabilmesi pek, pek, pek meşkuktür.
Fünun beynelmileldir, edebiyat ise, beynelmilel olmamakla beraber, usûl ve kavaid-i umumiye itibarıyla her yerde birleşiyor. Geçen gün, Osmanişer Loyd5 refikimizde üstad-ı musiki Lanke Bey muhtelif musikilerin reng-i millî ve hususilerini asla inkar etmemekle beraber dünyada musiki — vahittir — diyordu. Muhterem musikişinasın bu fıkrasını tazmin edelim: muhtelif edebiyat(lar)ın reng-i millî ve hususilerini asla inkar etmemekle beraber dünyada edebiyat da — birdir. Yani beşeriyet-i muasıraca kabul olunmuş edebiyatın hutut-ı umumiyesinin haricine çıkılırsa meydana konacak âsâr bir az safderunane olur.
Kezalik edebiyatın da — teassur6 — etmesi vacibattandır. Muasırlarımızdan birkaçı hâlâ Hoca Sadeddin Efendi’ye reşkâver olacak bir üslup ile mensurat, Baki’ye nazire olmağa layık manzumat vücuda getiriyorlar. Eğer bunlar münhasıran bir tuhaflık, bir nazirecilik, bir mukallitlik (pasticheur) dairesinde kalsa idi, pek o derece zararları olmazdı. Lakin, müellifleri, bıyık altından biraz gülümseyerek edebiyatın o vadide yazılmış şeylerden başka bir türlüsü olamayacağını, edebiyat-ı hazıranın safsatadan başka bir suretle telakki edilemeyeceğini iddia etmektedirler.
Birçok üdebamız, hatta meşahirimiz, henüz rationnel edebiyatın vücuduna kani değildirler. Bunların içinde pek güzel âsâr meydana getirenleri vardır. Camekanlarda hıfzedilen mertebanilere, çeşmibülbüllere, Beykoz billurlarına, elmastıraş evaniye, Çin tabaklarına, fağfur kâselere, incecik Acem seccadelerine şebih olan bu tıraşide edebiyat pek hoştur, pek latif ve zarif, şirin ve zengindir; lakin o kadardır!
Edebiyat-ı hazıramızı mütekamil bir lisana nakledecek olursak müthiş bir inkisar-ı hayale uğrarız! Bizim törpülenmiş cümlelerimiz, narin ibarelerimiz esna-i nakil ve tercümede düştükten sonra meydanda hiçbir şeyi kalmadığını görürüz. Sükut, sükut, büyük bir sükut bu üslubu tesciye eder. Aheng-i elfaz ortadan kalktıktan sonra büyük bir fikrî ve manevi ahenksizlik okuduğumuz fıkralara müstevli olur.
Fikir itibarıyla edebiyatımız racil ve hatta müflistir. Şinasi Efendi’den beri üdebamız bizde kaç fikir tevlit ettiler — hatta, biraz mütevazı olalım — kaç fikrin neşrine himmet buyurdular? Edebiyattan maksat, evvelbeevvel, efkârdır. Kelimat herhalde derece-i saniyede kalır. Manzumeler bile, lafzî birer — spekülasyon — oldukları halde yine fikre istinat etmek mecburiyetindedirler.
Edebiyatımız bir amatör edebiyatı mahiyetinden uzaklaşmıyor. Bir edibimiz, bir maksat tahtında değil, ya vakit geçirmek, yahut, bazen biraz azizlik etmek niyetiyle eline kalemi alıyor. Onun içindir ki edebiyatımızda ‘fantezi’ asıldır, üst tarafı fer’dir.
Edebiyat, henüz diyarımızda meslek ve sanat olmamıştır. Evliya Çelebi merhum, Seyahatname-i meşhurunda, esnaf alaylarını tasvir ediyor. Her tabaka, her sınıf halktan uzun uzadıya demgüzar oluyor. Bu alayın içinde erbab-ı kalemi aradık, aradık bulamadığımız gibi zaman-ı hazırda da bu taharriyata giriştik, maatteessüf yine maksadımıza nail olamadık.
Gariptir ki edebiyat ‘bir’ şube-i marifet, ulûm ve fünun ise ‘bir diğer’ şube-i irfan telakki ediliyor ve her ikisinin arasında bir nispet ve karabet aranmıyor. Bu, doğru değildir ve yalnız memleketimizde böyle telakki ediliyor. Edebiyat, her şeyden evvel, efkârın tarz-ı tavzih ve tespiti demektir, pek yakın zamanlara kadar bizde tarih bile pek o kadar edebiyat addedilmiyordu. Bir sabah kalemimiz meydana Ten’ın veya Mak Ole’yin külliyatı gibi bir silsile-i nefais koysa onun irâb-ı edebiyattan mahalli olmuyordu da, köhne, müptezel birtakım mevzulara dair müstefilün, failün yolunda bir şeyler düzen bir zat edebîlik fervesini lâbis oluyordu. Bu, büyük bir haksızlıktır.
Edebiyat, zannettiğimizden daha ciddi, daha müfit, daha mazbut, daha umumi, daha şümullüdür. Kalem marekesinde daha mücehhez olmamız arzu olunur.
Celal Nuri7
Yazı Başlığı: Edebiyat İlmi
Yazıcısı: Celal Nuri
Yayıcısı: Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası
Tarihi: 1917
Hazırlayan: M. Ali Kara